Cesur ve oldukça “anormal”: Cezailer ilk bölümüyle yayında
Oyuncu kadrosunu ve konusunu öğrendiğimizden bu yana sabırsızlıkla beklediğimiz GAİN dizisi Cezailer’i 29 Eylül itibarıyla nihayet izleme şansı bulduk. Oyuncu kadrosuyla, sürükleyici senaryosuyla ve Türk yapımları arasında bir benzerini hatırlamadığımız çekim tekniğiyle son zamanların en enteresan ve izlemeye değer dizilerinden biriyle karşı karşıya olduğumuzu en baştan not düşelim.
Güçlü oyuncu kadrosunda Yiğit Özşener, Rıza Kocaoğlu, Esra Bezen Bilgin, Ushan Çakır, Onur Ünsal, Hayal Köseoğlu, Hakan Karsak, Şerif Erol, Görkem Kasal ve Cem Zeynel Kılıç’ın yer aldığı dizinin yönetmenliğini Murat Can Oğuz üstlenirken senaryosunu Ayberk Çınar ve Murat Can Oğuz birlikte kaleme alıyor. Cezailer, Amerikalı psikolog David Rosenhan’ın 1969 yılında gerçekleştirdiği dünyaca ünlü çalışması Rosenhan Deneyi’ni Türkiye’de tekrarlamayı kafaya koyan Mert Güngel’in kendi isteğiyle iki haftalığına girdiği akıl hastanesinde mahsur kalmasını ve girdiği koğuştaki hastaların sadece hasta değil, aynı zamanda cezai ehliyeti olmayan birer suçlu olduklarını öğrenmesiyle birlikte yaşanan oldukça “anormal” olayları konu alıyor.
Bu noktada dizinin çıkış noktasına ilham veren deneyden bahsetmeden geçmek olmaz. 1973 yılında Science dergisinde yayımlanan çalışmayı kısaca şöyle özetleyebiliriz: Rosenhan ve kendi gibi yedi aklı başında arkadaşı, 1969 senesinde Amerika’nın çeşitli eyaletlerine dağılarak farklı hastanelere başvuruyorlar ve kafalarının içinde sesler duyduklarını söylüyorlar. Belirttikleri tek bir semptomla hem teşhisleri konuyor hem de hastaneye yatırılıyorlar. Hastaneye yatışlarından sonra belirgin biçimde sağlıklı davranmaya başlıyor ve başta belirttikleri semptomların ortadan kalktığını söylüyorlar. Gelin görün ki doktorlar koydukları tanıdan geri adım atmıyor ve Rosenhan ile arkadaşları tahmin ettiklerinden çok daha uzun süre akıl hastanesinde yatmak zorunda kalıyorlar.
İşte Cezailer’in oldukça yüksek tempolu ilk sahnesinde tanıştığımız Mert Güngel de bu sıra dışı deneyin bir benzerini günümüzde uygulamaya karar veriyor. Hastaneye yatışından bir gün önce, çalışma arkadaşlarının Yiğit Özşener’in hayat verdiği Mert karakteri için düzenledikleri vedaya cep telefonu kamerasıyla yapılan çekimlerle tanık oluyor ve maceranın tam ortasına çekiliyoruz. Alışılmadık bir şekilde açılan dizinin oldukça dinamik bu iki dakikalık sekansında, duvarındaki diplomadan Mert’in eğitimini Amerika’da tamamladığını, sarhoşken yaptığı konuşmadan ise kariyerini parlatmak için bu işe giriştiğini anlıyoruz. İlerleyen dakikalarda görüyoruz ki yönetmen sık sık böyle küçük detaylara dikkat çekerek karakterlerin hikâyelerini daha iyi kavramamızı sağlıyor. Mert’in hastaneye girişinden sonra yaşananlara ise, deneyden bağımsız bir şekilde hastaneye belgesel çekimi yapmak üzere konuk olan bir ekibin kameralarından ve bazen de güvenlik kamerası görüntülerinden tanık oluyoruz. Bu noktada dizinin çekim diline dair de birkaç söz söylemek şart. The Office, Modern Family gibi efsaneleşmiş bazı yabancı dizilerde gördüğümüz ve mockumentary tekniğiyle yapılan çekimlere Cezailer’de de rastlıyoruz.
Ana karakterleri tanımaya başladığımız ilk bölümde "Bu kim?" sorusunun cevabını ararken asla çok bekletmiyor senaristler bizi. Belgesel çekimi için kameraların daima kayıt halinde olmasından yararlanılarak bazen doğal akış diyaloglarıyla, bazen direkt kamerayı muhatap alan repliklerle, bazense kaçamak bakışlarla karakterlerin kimlikleri, geçmişleri ve hastalıkları hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Örneğin bölümün hemen başında Rıza Kocaoğlu’nun canlandırdığı klinik şefi Menderes’in, kameraların kapalı olduğunu sandığı bir anda yaptığı telefon konuşmasında Mert hakkında gizli bir gündemi olduğunu anlıyoruz. Hemen ardından Esra Bezen Bilgin’in hayat verdiği, hastaların saygı duyduğu, anlayışlı ve samimi bir psikiyatrist olan Gamze, kaybettiği eşine benzettiği Mert’ten ilk görüşte etkilendiğini kameralara yakalanan mimikleriyle ele veriyor. İlerleyen dakikalarda ana karakterleri gerek birbirleriyle olan diyalogları gerekse belgesel için cevapladıkları sorular aracılığıyla tek tek tanıyoruz. Aynı hastanede hemşire olarak görev alan Simge’nin, Gamze’nin ölen eşinin kardeşi olduğunu kısa bir diyalogtan öğreniyoruz örneğin. Hayal Köseoğlu’nun canlandırdığı Simge; Onur Ünsal’ın hayat verdiği, boynunda ve kollarında başarısız intihar girişimlerinin izlerini taşıyan majör depresyon hastası ve intihara meyilli Sarp’la ufak ufak flörtleşirken kameralara yansıyor.
Bölüm ilerledikçe Cezailer koğuşundaki her bir hastanın hikâyesini ayrı ayrı merak ediyoruz. Usta oyuncu Şerif Erol’un canlandırdığı Alzheimer hastası Fuat, Ushan Çakır’ın oynadığı şizofreni teşhisli Nazif ile onun aslında “var olmayan” arkadaşı Varol, antisosyal kişilik bozukluğuna sahip “azıcık” dengesiz Ethem, kleptomani ve paranoya tanılı Can ve ailesini kaybettiği bir kazada kendisinin de öldüğüne, Cezailer koğuşunun da Araf olduğuna inanan Ali…
Oyuncuların başarılı performanslarıyla parladığı Cezailer’de yapacağı deneyin heyecanıyla başlangıçta keyfi oldukça yerinde olan Mert, suçlularla dolu bir koğuşta kapana kısıldığını anladığında telaşa kapılıyor ve işler sarpa sarmaya başlıyor. Henüz izlememiş olanlar için spoiler vermiş olmayalım fakat dizinin devamında tüm karakterlerin ve olayların katman katman derinleşeceği ve çok daha ilginç bir hal alacağının sinyallerini fazlasıyla barındıran bir ilk bölümle karşı karşıya olduğumuzu belirtmeden geçmeyelim.
Neredeyse tek mekânda geçen, eşine az rastlanan türden, keyifli ve alternatif bir yapım olarak Cezailer’in 45 dakikalık ilk bölümü güçlü oyuncu kadrosu, kurgusu, hikâyesi ve çekimleriyle adından fazlasıyla söz ettirecek, takip etmeye değer bir iş. Normal kavramını sorgulatan dizi, izleyiciyi “Normal nedir?”, “Kim normal, kim değil?”, “Normali kim belirliyor?” gibi soruların cevaplarını düşünmeye itiyor ve oldukça yükselttiği beklentileri ilk bölümüyle karşılıyor.